Sözlü ve yazılı çevirinin tarihi epey eskiye dayanır. Bu bilgi, arkeolojik ve tarihsel araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlarla doğrulanmakta ve desteklenmektedir. Bu araştırmaların verileriyle anlıyoruz ki; insanlar yüzyıllardır çeviri yapmışlar. Daha M.Ö. 3. Yüzyılda tercümanlar Mısırlılar ve komşuları arasındaki dil aktarıcıları olarak oldukça önemli bir rol üstlenmişlerdir. Öyle ki, tercümanlar soyluluk hiyerarşisinde üst sıralarda yer almışlar. Onlara insanlarla tanrılar arasında aracı olma gibi son derece önemli dini bir işlev yüklenmiştir. Yazılı dil aktarımı, yani yazılı çeviri de oldukça eski bir uğraştır. Hatta yaklaşık 4000 yıl öncesine dayanan eski Babil’de Sümerce ve Akadca dillerinde yazılmış bir çeşit sözlük vardır ve muhtemelen çevirmenler için yardımcı kaynak olarak düşünülmüştür. Öte yandan İncil’de de dil aktarımıyla ilgili sayısız noktaya rastlıyoruz.
Değişik diller ve dolayısıyla değişik kültürler arasındaki yazılı ve sözlü çeviri işi, bazı tarihçiler tarafından insanlığın tarihsel gelişiminde önemli rol oynayan lokomotif uğraş olarak nitelendirilir. İşte çok önemli bu özelliğinden dolayı çeviri tarihinin son 15-20 yıl içinde sık sık öncelikle bilim adamları ve çevirmenlere, diğer taraftan kültür tarihiyle ilgilenen genel kitleye hitap eden yayınlara konu olması, çok normaldir.
Baştan beri çevirmenler, uğraşlarının doğasına ilişkin kafa yormuşlar ve buldukları sonuçları ve çıkarımlarını kaydetmişlerdir. Onları buna iten, öncelikle işleriyle ilgili gelen eleştirilerdir. Bu eleştiriler karşısında çevirmenler kendilerini savunmak durumunda kalıyorlardı. Varsayımlarımıza göre onları bu konu hakkında düşünmeye ve yazmaya sevk eden bir başka sebep ise, kendi çeviri uygulamaları hakkında kendileri ve başkalarıyla uzlaşma gereksinimleri olabilir.
Çevirmenler görüşlerini sık sık doğru bir sözlü çevirinin ve yazılı çevirinin nasıl olacağına, nasıl olması gerektiğine dair biçimsel kurallar yumağına dönüştürürler. Bu şekilde, dil aktarımı olgusunu teoloji, felsefe, estetik ve didaktik gibi çeşitli açılardan ele alan kayda değer bir çalışmalar mevcudu, yüzyıllar boyunca toplanmıştır.
Yine de bu çalışmalar genel geçer, herkes tarafından kabul gören bir çeviri kuramı ya da bir çeviri biliminin oluşmasını hiç bir zaman sağlamamıştır. Hem kuramsal sorulara ilişkin yanıtları, hem de çeviriyi tam olarak betimleyebilen ve bundan uygulanabilirliği olan, çeviri sürecinde katkı sağlayabilecek ipuçları türetebilen bir çeviri kuramı ya da bir çeviri bilimi, söz konusu çalışmalar ışığında oluşturulamamıştır. Çeviri üzerine kafa yormalardan çıkan sonuçlar çoğu zaman birbiriyle bağdaşmaz, çünkü bu çıkarımlar, oldukça farklı görüşleri temsil eder. Sağlam bir çeviri kuramı ve çeviri bilimine yaklaşımlar, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı. Daha doğrusu: Birbirine bağdaşık ve birbirini dayatan bir çok çeviri kuramı ve bilimi ortaya çıktı.